Yürekten Gülümseten Bir Yürüyüş Rotası: Sorgun



"Yürüyüş dünyaya açılmadır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok, zamanın keyfini çıkarmaya eğimli hisseder. yürümek geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır. Ormanlarda, yollarda ya da patikalarda yürümek, dünyanın düzensizlikleri karşısında gittikçe artan sorumluluklarımızdan uzaklaştırmaz bizi, soluklanmamızı, duyularımızı keskinleştirmemizi, meraklarımızı yenilememizi sağlar. Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içinde yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir."

Bu satırlarla başlıyor David le Breton'un "Yürümeye Övgü" kitabı. Yürümek, gerçekten övgüye değer bir eylemdir. Kimi zaman şehrin içindeki bir parka, kimi zaman şehrin kıyısındaki başka yerleşimlere yapılan yürüyüşler, adımları atan bacakların taşıdığı bedenleri yaşamın rutininden uzaklaştırır. Betonların arasında yaşarken fark edilmeyen nice güzellik, bu yürüyüşler esnasında göz kırpar insana. "İyi ki geldin, bir daha bekleriz" dercesine el uzatır doğa...

Uzaklara atılan her adımın verdiği bu huzuru yaşamak, gün geçtikçe artan betonlaşması ile insanın soluğunu kesen başkent havasının ruhuma ektiği kasvet tohumlarını, sıcacık bir Nisan güneşi altında kurutmak, kışa veda etmek, bahara merhaba demek üzere Ankara yakınlarındaki "Sorgun Göleti"ne doğru çıktık yollara. 


Sorgun Ankara'ya 105 kilometre mesafede, eski bir yerleşim yeri. Normalde bir pazar sabahı için erken sayılabilecek, şehrin büyük bir kısmın uykuda olduğu saatlerde düştük yollara. Sorgun'a iki farklı yoldan gitmek mümkün. Biri Ayaş üzerinden, diğeri Kızılcıhamam-Çeltikçi yolundan... Her iki yol da güzel ve rahat. Biz sabah trafiğinin daha rahat olması sebebi ile Sincan'dan Ayaş yolu'na sapıyoruz. Diğer yolu dönerken kullanacağız. Ankara- Ayaş arası 57 km. Bu yol, yediğimiz sıcacık poğaçalar, içtiğimiz çaylar - kahveler ve bolca sohbet sayesinde farkına varmadan geçiveriyor. Ayaş çıkışından Güdül yoluna sapıyoruz. Yol boyunca artan yeşillikler, kısa bir süre sonra göreceklerimizin müjdecisi gibi. Güdül'ün kıyısından yola devam ederek, Yeşilöz beldesine geliyoruz. Yeşilöz'den itibaren aracımız tırmanışa geçiyor. Sorgun yaylasını ve Gölü uzaklardan görerek, yürüyüşün başlayacağı noktaya vardığımızda, Ankara 1,5 saat uzağımızda kalıyor.

Yürüyüşe başlamadan önce herkes sırt çantalarında son düzenlemeleri yapıyor. Yeterince su, öğlen için atıştırmalıklar, fotoğraf makineleri... Artık övgü ile anılacak bir yürüyüşe başlamak için eksik bir şey yok gibi. Kat edilmesi gereken 17 km.lik parkurun ilk adımlarında, Sorgun'lu bir amca çıkıyor karşımıza. Yöre halkı bizim gibi yürüyüşçülere alışmış. İleride karşılaşacağımız süprizi muştuluyor amcam hemen. "Geçen gün kar yağdı yukarılara" deyiveriyor. Kışın en sert zamanlarında bile doğru düzgün kar görmemişken, Ankara'da birkaç gündür erken sıcaklar hüküm sürerken, bu ön bilgi yürüyüş grubumuzda pek bir etki yaratmıyor.

Yolun ilk 4,5 km.lik kısmı hafif bir tırmanışla geçecek. Grubun geneli deneyimli yürüyüşçülerden oluşuyor. Çoğunlukla yürürken dengeyi sağlamak, yorgunluğu önlemek için batonlarımız var. Batonlar gerek yokuş çıkarken, gerekse inerken bacaklara binen yükü ciddi oranda azaltıyor. Baton kullanımının bir diğer faydası da kolların kalp seviyesinde tutulması nedeniyle, koldaki kan dolaşımını hızlandırması ve böylece kalbin kan dolaşımını sağlamak için gösterdiği çabayı kolaylaştırarak, kalbin yükünü azaltması... Benzer yürüyüşlere katılmayı düşünenlere tavsiyem, yanlarına bu desteği sağlayacak bir araç almaları olacak.

Yokuş yukarı ormanın içindeki patikalardan yola devam ediyoruz. Yola ilk başladığımız bölgedeki yayvan yapraklı ağaçların yerini, yukarılara doğru çıktıkça iğne yapraklı ağaçlar alıyor. Bu da doğanın kendi içerisinde sağladığı denge aslında. Ladin, köknar, çan gibi ağaçlar soğuğa daha dayanıklı oldukları için, bu ağaçlara yüksek bölgelerde daha çok rastlanıyor. Kıştan kesilmiş ağaçların kütükleri yol boyunca, insanı şaşırtan bir düzenle yerleştirilmiş. Sıranın en başındaki kütüklerin altından bir parça çeksen, sanki bütün ormana dizilmiş kütükler peş peşe yuvarlanıverecekmiş gibi... İlk molayı bu kütüklerin oluşturduğu küçük bir cepte veriyoruz.


Mola sonrası atılan ilk adımlarda, yürüyüşe başlarken rastladığımız amcanın sözleri çınlamaya başlıyor kulaklarımızda. Yerde gördüğümüz kar kütlesi, geçen gün yağan kardan geriye kalanlar olamaz elbette. Ama erimeden bu kadar kalın bir tabaka olarak durabilen karın, bir iki ay önceki soğuklarda buradaki kalınlığını hayal etmek oldukça güç. Ankara'da yağan karın neredeyse bir gün bile toprakta kalmadığını düşününce, 1,5 saatlik mesafedeki bu farklılık gerçekten şaşırtıyor  insanı. 

Yürüyüşümüzdeki süprizler bununla sınırlı değil elbette. Her adımda doğa bizi, biraz daha kendine hayran bırakıyor. Baharın müjdecisi çiğdemler yol boyunca, sarı mor ve beyaz renkleri ile göz kırpıyorlar... Kesilen nefeslere bir enerji geliyor onları gördükçe...Karlı bölgenin neredeyse hemen sonunda, artık tırmanış sona eriyor. Ulaştığımız ilk düzlüğün bir sümbül tarlası olması tüm yürüyüş ekibinin keyfine keyif katıyor. Sümbüller belki bir hafta sonra patladığında buradaki renk ve koku cümbüşü daha farklı olacak, ama doğanın uyanışına tanıklık etmek, ertelenecek bir durum değil. Bu hafta gördüklerimizi de, izleyen hafta görebilme şansımız olmayacak belki de. Sümbül tarlasında bir öncekine göre daha uzun bir mola veriyoruz. Bu güzelliğin fotoğraf karelerine sığdırılması kaçınılmaz.


Yürüyüş devam ettikçe ormanın içine girmeye başlıyoruz. Biraz önce çıktığımız tepeyi, bu kez orman içerisinden inmeye çalışıyoruz. İniş daha kolay. ama yine de dikkatli olmamız, ellerimiz ceplerimizde yürümememiz konusunda rehberimiz uyarıyor bizi. Orman içerisinde ilerledikçe, bu kez de ağaçlar üzerine yerleşmiş likenlerin ilginç görüntüsü dikkat çekiyor. Likenler, yalnızca temiz havada yaşayan, yosuna benzeyen, köksüz, gövdesiz, yapraksız bir bitki. Burada bu kadar çok olduklarına göre, hava oldukça temiz olmalı.


Ormanlık alandan inişin büyük bir kısmını tamamladığımızda, yürüyüşe başlamadan önce arabadan gördüğümüz ve bugünkü parkurumuzun isim annesi "Sorgun Göleti" çıkıyor yine karşımıza. Uzağımızdaymış gibi ama, çok kısa  sürede kıyısına varabileceğimizi öğreniyoruz. Gölün, şu an bulunduğumuz yerden gördüğümüz kadar küçük olmadığını, bunu etrafını yürüyerek geçerken daha iyi anlayacağımızı söylüyor rehberimiz. Az sonra bizi, yine ormanın içerisinden ama oldukça kestirme bir şekilde göl kenarına indirecek. Bir fotoğraf molası da inmeden önce burada veriliyor elbette. Yemek molamız göl kıyısında olacak.


Göle vardığımızda sabahtan beri yürüdüğümüz mesafenin 12 km. olduğunu öğreniyoruz. Kumanyalar hak edilmiş. Herkes göl kıyısına dağılıyor.  Gölü seyrederek bir yandan dinleniyor, bir yandan da karnımızı doyuruyoruz.  Yolun devamında, sırtımızdaki yüklerde büyük ölçüde azalma olmuş olacak. Parkurun kalan kısmı, daha kolay geçecek demek bu...

Yemek sonrası yürüyüşe kaldığımız yerden devam ediyoruz. Gölü neredeyse boydan boya geçeceğiz. Daha önce de söylediğim gibi, gün güzel şaşırtmacalarla dolu. Bu kez göl kıyısında bir kaz yumurtası buluyor rehberimiz. Nedense annesi tarafından kuluçkada bekletilmeden terk edilmiş. Gölün kıyısına bırakıyoruz yumurtayı. Kazların yılda en fazla 50-60 sefer yumurtladığı düşünülürse bu aslında oldukça kıymetli bir yumurta.


Gölün etrafında dolanarak sürüyor yürüyüşümüz. Kıyıda bir yerlerde balık keyfi yapan iki kişi var. Göl balık açısından da zengin anlaşılan. Yürümekten hoşlanmayanlar, Ankara'dan sırf bunun için bile gelebilir buralara... Yolun sonuna yaklaşırken günün son heyecanı, angut kuşlarını görmek için çabalarken, havada gördüğümüz siyah leylekle yaşanıyor. Siyah leylek dünya genelinde, herkesin bildiği beyaz leyleklere göre daha az sayıda yaşayan ve gün geçtikçe sayısı daha da azalan bir leylek türü. Genel olarak yüksek ve yoğun ağaçlıklı ormanlarda yaşadıklarını ve yuvalarını büyük su birikintilerinin çevrelerinde bu yüksek ağaçlara yaptıklarını öğrenince iyice şaşırıyoruz.  Gün boyu gezmeye doyamadığımız bu ormanlık alan, bu nadir canlı türünün bile beğenisini kazanmış demek ki. Bu da günün doğal garantisi oluveriyor bir anda.

Usta gezginler, siyah leyleğin fotoğrafını çekmeye uğraşırken, yeşillikler içinden iki angut kuşu havalanıyor bu sefer. Eşine sadık bir kuş angut kuşu. Hatta eşi öldüğünde, onun yasını kendi sonsuzluğuna kadar tutacak, başka bir eş seçmeyecek kadar büyük bir sadakat onunki. Havada iki angut kuşunun ürkek süzülüşünü izledikten sonra gölün  sonuna geliyoruz. Az ileride görülen yayla evleri, günü bitirmek üzere olduğumuzun habercisi.


Evlerin birkaçında tadilat var. Yaza hazırlık herhalde. Ama genelde tüm yaylaların mevsim dışı zamanlardaki ortak kaderi  "yalnızlık" buranın da göğünü kaplamış gibi. Evler kimsesiz... Sakin sakin akan dere suyunun sesi, yeni yeşeren bahar dallarını okşayan rüzgarın sesine karışıyor. Gün biterken dudaklarımda Nazım'ın dizeleri;

"Yürümek
yürümeyenleri arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,
havaları boydan boya yarıp ikiye
bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak
yürümek!...
Yürümek;
dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının içine koyup
yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkandan çelme attıklarını
bilerek yürümek.
Yürümek; yürekten gülerek yürümek..."

Yürekten gülümseten nice yürüyüşlerde buluşmak umuduyla...


(Not: Yazı içerisindeki fotoğrafların bir kısmı internetten alınmıştır.)






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AŞK'a Yolculuk

Doğu'nun Kıyısında Bizi Bekleyen Köylere Doğru...(Divriği - Kemaliye Gezisi)

Körfez'in İncisi: Karamürsel