|
Çıldır Gölü / Muhterem Fırtına fotoğrafı |
"Gerçek yolculuk gidiş-dönüş değil, tek yönlüdür aslında. Kendinizi olduğu gibi geri getirdiğiniz yolculuklar, gittiğinize değmemiş bir uçak biletinden başka bir şey değildir. Bir parçanız orada kalmalı, oradan bir parçayı hep yanınızda taşımalısınız." diye not almışım yol günlüğüme. Nerede okuduysam artık... Tüm yolculuklarımı böyle yaptığım için belki de, hoşuma gitmiş bu satırlar. Değişmeden, kendi dehlizlerinde kaybolmadan, derinliklerine girmeden içinin, çoğalmadan, bolca özlem ve gülümseme ile anımsanmaya değer anılar yüklemeden heybeye, dönülüyorsa çıkılan yollardan, ne anlamı var gitmenin?
Böyle bir yolculuk hikayesi işte yine anlatacağım. 2016 Şubat'ında, Rota35 grubunun İzmir'den Ankara'ya gelen birkaç üyesi ile, Kars'a yapılan bir yolculuktan, bende kalanları paylaşacağım bu sefer...
|
Trenden bir manzara (Sarıkamış civarı) |
Divriği-Kemaliye gezisinde Doğu Ekspresi’nin keyfine
varınca, bu yolculuktan 1,5 yıl sonra trenin ulaşabildiği en son noktaya gitme hayalimi gerçeğe dönüştürebildim bu gezi sayesinde. Ankara Garı'ndan saat 18:00’de hareket
eden trenle gece boyunca Kırıkkale, Kayseri ve Sivas’tan geçtik. Gün ağardıktan
sonraki saatlerde ise Erzincan ve Erzurum’du gördüğümüz şehirler…Yolculuk sona
erip, Kars’a ulaştığımızda yanımızda bolca huzur, hareket halinde trenden
çekilmiş çokça fotoğraf, belleğe kazınan muhteşem Anadolu manzaraları ve can sıkıntısından yenmiş bolca kurabiye, poğaça,
kuruyemiş ve meyvenin şişirdiği göbekler vardı. Ama şunu gönül huzuruyla söyleyebilirim ki, her gezgin bence Doğu Ekspresinin tıkırtıları arasında, karlar içinde ilerleyerek yapılan 24 saatlik bu yolculuğu mutlaka deneyimlemeli. Hedefe ulaştığınızda her anına değmiş olduğunu düşüneceksiniz.
Kars'a ulaştığımızda, gezimiz boyunca bize eşlik edecek Ejder Bey, garda bizi bekliyordu. Tanışma faslı
sonrasında karınlar yeterince tok olduğu için, doğrudan gezi boyunca
kalacağımız Öğretmenevi'ne gitmeyi tercih ettik. Kars Öğretmenevi, şimdiye
kadar gördüğüm en büyük öğretmenevi… Üstelik Kars'ta konaklama için tercih edilebilecek butik otellere göre çok daha ekonomik. Ama Kars'a kadar gitmişken, baltık stilinde inşa edilmiş butik otellerde konaklamak istenirse, eski Kars evinden otele dönüşmüş Kar Otel, Cheltikov Hotel, Katerina Sarayı Otel gibi seçenekler de mevcut. İlk geceyi -tüm rahatlığına ve keyfine
rağmen- yaptığımız uzun yolculuğun etkisinden kurtulmak için, sakince odalarda
geçirdik biz.
|
Büyükboğatepe Köyü |
Sabah erkenden Ejder bey ile buluştuk yine. İlk günün programında, Malakan köyü olan Büyükboğatepe’de
yapılacak kahvaltı ve peynir müzesi gezisi ilk sırada. Malakanlar, 93 harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşından sonra, 40 yıl kadar Çarlık Rusyası’nın egemenliğinde kalan bölgeye yerleşen, Rus Ortodoks kilisesine bağlı, ancak Ortodoks geleneğinden farklı olarak Tanrı ile kul arasına kimsenin girmemesi gerektiğini düşünen ve ibadetlerini doğrudan kendileri yapan, dinin emrettiği süt orucunu uygulamayan, askere gitmeyen, tarım kökenli bir grup. Molokan, süt içen demekmiş Rusçada. O sözcük, türkçede kullanılırken zamanla değişerek, Malakan'a dönüşmüş.
Köyün eski
adı "Zavot" da, peynir imalathanesi demekmiş. Halen ekolojik peynir müzesi olarak
kullanılan bir zavot var köyde. Süt ve peynir imalatı için çok zengin bir bitki örtüsüne sahip bölgede 1880’den sonra İsviçreli peynir imalatçıları tarafından gravyer peyniri zavotları kurulmuş. Malakanların büyük çoğunluğunun Rusya'ya döndüğü 1920’ye kadar da, İsviçre ve Finlandiya’dan gelen ustaların bilgileri ile birlikte oluşturdukları imalathanelerde, dönemin en kaliteli ve lezzetli gravyerleri yapılmış. Malakanlar sonrası köye yerleşen Terekemeler de, buraya gelmeden önce yaşadıkları Tiflis'te gravyer peyniri ürettiklerinden, Zavot'ta da aynı uğraşıya devam etmişler. 2005 yılında mandıranın üst katı köy muhtarlığı öncülüğünde,
imece usulü çok amaçlı bir kültür evine dönüştürülmüş. Müzenin alt katında, Kars peynirciliğinin tarihi gelişimini, üst katında ise, yörede yetişen otlarla yapılan sunumları görmek ve bilgilenmek mümkün.
|
Büyükboğatepe Köyünde bir Malakan evi |
Köyde halihazırda 6 adet Malakan
evi kalmış. Bunlar, çatı yapıları ve duvar örgüleri bakımından köyün diğer
evlerinden ayırt edilebiliyor. O evlere Malakanlar gittikten sonra yerleşen köy
halkı da gereken özeni göstermiş.
Bizim kahvaltıya gittiğimiz ev
sahibi, köye 15 yıl boyunca muhtarlık yapmış Hayrettin bey ile eşi Selvinaz
hanım. Hayrettin Bey, gençlik yıllarında İstanbul’da Phlips fabrikasında
çalışmış, sendika üyesi olmuş, hak ve eşitlik duyguları ile kendini tanımlayan
oldukça girişken konuşkan, gönlü zengin bir insan. Kendini “Biraz zor biriyim”
diye tanımlıyor. Fabrikadan ayrılmak zorunda kalınca, yine
ataocağına dönmüş ve eşi Selvinaz hanımı tanıyıp evlenmiş. Köyde kök salmış.
Kahvaltı soframız ev sahiplerinin
gönül zenginliğinin kanıtı olarak oldukça bol lezzet ile kaplı. Yöresel ürünler hepsi de... Kaşar, çeçil, gravyer peynirleri bildiğimiz lezzetler de bir de tamamen yöreye ait yılın belli dönemindeki (Ekim-Mart) inek sütünden yapılan malakan peyniri var, bol bol da reçel, kaymak ve çeşit çeşit yerel hamur işleri…
|
Büyükboğatepe Köyü |
Kahvaltı hepimizi mest ediyor. Bu
güzel insanların yanından sonsuz teşekkür ile ayrılıp, peynir müzesini
geziyoruz. Müzeyi bize gezdiren çift ise Celal bey ile Zümran hanım. Celal Bey
Zavot kısmında bizi bilgilendiriyor. Sadece Zavot değil, köy ve bölge hakkında
da oldukça bilgili bir insan Celal Bey. Köyün Malakanlar sonrası sahiplerinden, Terekeme kökenli. Şimdi karlar altında olduğu için sadece
sonsuz bir beyazlık gördüğümüz bu bölgenin bitki örtüsünün, İsviçre Alpleri ile
aynı olduğunu ve peynirlerin burada beslenen hayvanların sütü nedeniyle bu
kadar lezzetli olduğunu söylüyor. Sanki tarih içinde yolculuk gibi burada geçirdiğimiz anlar. Sadelik içinde saklı güzellik, kültürümüzdeki zenginlik, ama zaman içinde varlıkları unutulan insanlar...
|
Büyükboğatepe Köyü İlkokulu öğrencileri, öğretmeni ve Ejder Bey/ Muhterem Fırtına fotoğrafı |
Köyden ayrılmadan önce köyün ilkokulundaki bir avuç çocuğu ziyaret etmeyi ve yanımızda getirdiğimiz süprizleri, onlarla paylaşmayı da ihmal etmiyoruz :-)
Büyükboğatepe köyü sonrasında, rotamızı Çıldır Gölü'ne çeviriyoruz. Göl, deniz seviyesinden 1956 metre yüksekte. Göldeki buz kalınlığı, Şubat ayında beklenen kalınlığa göre daha
az. Normalde Nisan ayında erimeye başlayan buzların, Şubat başında incelmesi
sebebi ile, her yıl yapılan Çıldır Kar ve Buz festivali benim bu geziyi yaptığım geçen yıl yapılamamış bu yüzden.
Ama gölün kenarında, Çıldır gölünün klasiği haline gelen kızaklı at arabaları
ile kısa bir tur atmak mümkün oluyor yine de. Göl üzerindeki çatlaklar tedirgin
ediyor bizi, ama yöre halkı buzu da, gölü de hepimizden iyi tanıyor. Bizim
gezmemize izin verdikleri kıyı şeridinde, derinliğin bir diz boyu ancak
olduğunu söyleyip, içimizi ferahlatıyorlar.
|
Çıldır Gölü |
Çıldır gölü üzerinde yapılan bir
diğer ritüel de, Eskimolar gibi kırılan buz içinden balık avlamak. Buzda açılan
küçük pencereler içine salınan ağlar ile yakalanan sarı sazanların, kızıl kanatların, kefallerin lezzetine
doyum olmuyor. Oralara kadar gidişimiz boşa olmasın
diye, sürecin nasıl olduğunu anlatıyor yine de balıkçılar. Ama biz bir an önce hareket eden buz
parçaları üzerinden ayrılıp, toprağa ayak basmak istiyoruz. Öğle yemeğinde göl
kıyısındaki oldukça otantik ve harika hizmeti olan Atalay’ın yerinde yediğimiz
ızgara sarı sazanların tadı gerçekten harika…
|
Çıldır Gölü Balık avlama çukuru |
Yemek sonrası, Çıldır ilçe
merkezine ve Gürcistan sınırındaki Aktaş Gölü’ne gidiyoruz. Amacımız gün
batımında, Çıldır Gölünü fotoğraflamak. Çünkü gölün ardındaki Allahuekber dağları arasından
batan güneşin, göle verdiği ışık yansımaları müthiş oluyor. Arzu ettiğimiz gibi
olmasa da, anı havuzuna dahil edilecek birkaç güzel kare yakalamak mümkün
oluyor.
|
Aktaş Gölü - Gürcistan Sınırı |
Kars’taki ikinci günümüzde ilk
durağımız ise, Ani Antik Kenti oluyor. Sabah erkenden çıktığımız yolculuğa
değiyor. Kars'a 42 km uzaklıktaki Ocaklı Köyü içerisinde yer alan, Arpaçay kıyısındaki İpek yolu üzerindeki bu muhteşem kent kalıntıları yaklaşık 3-4 saatte ancak
geziliyor. MÖ. 3 binli yıllarda yapılmış eserler de var, bunlara göre daha yakın zaman sayılabilecek 1200'lü yıllarda yapılmış olanlar da... Farklı zamanlardaki, farklı uygarlıklara ait eserlerin her biri ayrı güzel. Çiçek, kuş, arslan ve yılan kabartmalı rölyeflerin yer aldığı surlar-sütunlar, çini süslemeler, freskler, güneş saati, cami, kilise, hamam, saray, keyvansaray, köprü... İnsan gezerken, geçmiş zamanlarda buralarda hayat sürmüş ruhları da yanı başında hissediyor. Arpaçay'ın karşı kıyısında bu kez Ermenistan var. İki günde iki sınır ve her
ikisi de ses versen duyulacak mesafelerde… Bu sınırlar nasıl ve neden konuluyor
anlamıyorum. Birbirine bu kadar yakın topraklar üzerindeki insanları,
birbirinden bu kadar uzaklaştıran ne?
|
Ani Şehir Surları
|
|
Abughamrents (Poladoğlu) Kilisesi |
|
Ebû'l Manuçehr Camii |
|
Büyük Katedral (Fethiye Camii) |
|
Tigran Honents (Resimli) Kilise |
|
Arpaçay, İpek Yolu Köprüsü, Ebu'l Menuçehr Camii,, Büyük Katedral, Keçel Kilisesi |
|
Ani Antik Kentinde Selçuklu Sarayı
|
Antik Kent gezisi uzun sürünce öğle
yemeğinin saati de biraz aksıyor. Ani'nin bulunduğu Ocaklı köyü'nde herhangi bir tesis olmayınca, öğlen yemeği için Sarıkamış’a gidiyoruz. Sarıkamış'ta Özçelik Lokantası mola yerimiz. Yörede, karada ya da suda yaşayan tüm hayvanların etleri çok lezzetli. Burada da yediğimiz tandır hepimizin çok hoşuna gidiyor. Yemek sonrası Sarıkamış ilçe merkezinde gezip görülecek bir şey olmadığından, kayak tesislerine doğru gidiyoruz.
|
Sarıkamış Şehitliği |
Yol üstünde, anıt formundaki Sarıkamış Şehitliğine
uğruyoruz. Bölgede, Allahuekber dağlarına doğru anıt ya da mezarlık formunda çok sayıda şehitlik var. Yaşar Kemal'in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanında muhteşem cümlelerle anlattığı 1915 yılındaki Sarıkamış Harekatı geliyor aklıma: "Sen kedi, sen hiç Allahüekber Dağı’nda olup bitenleri gördün mü? İnsan boyu, iki insan boyu karın içinde yalın ayak, başı kabak, pantalonu yırtılmış, kaputsuz, ceketsiz, koyunları bit dolu, donmuş elleri ile kaşınamayanları, Rus topçusunun karlı dağları ateşe, zindana çeviren güllelerini, karla birlikte uçuşan kolları, bacakları, kollarla bacaklarla, gövdelerle birlikte gökten yağan kanları, Allahüekber Dağları’nın doruklarında fırtınaya, boraya tutulup donan, taş kesilen, donmuş kirpikleri, kaşları, donmuş gözleri ile bakan on binlerce askeri gördün mü hiç? Sen bunları görmediysen hiçbir şey görmedin demektir…" Gözlerim doluyor. Dünyanın hiçbir yerinde, hiç bir zaman, hiç kimsenin görmesini istemeyeceğim bir acıyı yaşayan bu topraklarda, şehitlerimizi saygıyla anıyor, başka şehitliklerin olmaması, barış dolu bir ülkede yaşama arzusu ile ayrılıyoruz oradan.
|
Katherina Av Köşkü-Sarıkamış (Fotoğraf Muhterem Fırtına) |
Anıtın az ilerisinde, yolun üst tarafında, Sarıkamış kayak tesislerine varmadan Sarıçam Ormanlarının içinde, Katherina’nın av köşkü var bir de. Halk arasında Katerina Köşkü olarak bilinen Av Köşkü, Sarıkamış'taki diğer binaların aksine oldukça özgün bir mimari ile yapılmış. Köşkün yapımı ile ilgili kesin bir bilgi olmamakla birlikte, (1914 yılında Rus Çarı II. Nikola ve Eşi Sarıkamış’a gelerek bu köşkte kaldıklarından) yapılış ve kullanılış amacı dikkate alındığında, 1896 tarihlerinde inşa edildiği düşünülüyor.
Köşk
yoldan oldukça yukarıda olduğundan, araba ile gidebilmek mümkün değil. O yüzden karlara bata
çıka tırmanmayı seçiyoruz. Çıkarken dikkatli olmakta fayda var çünkü kar
derinliği oldukça fazla. Hedefe vardığımızda gördüğümüz muhteşem Köşk binası ise, yine bir hüzün nedeni. Neredeyse 120 yıl önce yekpare ağaçtan, hiç çivi kullanılmadan yapılan ve bugüne kadar ayakta durmayı başaran Köşk, harabe halde. Bu hali üzerinden bile, bir zamanlar nasıl muhteşem bir yer
olduğunu hayal etmek zor olmasa da, duvarlara yazılan isimler, şiirler, yıkılan- yakılan yerler, tamamı ahşap olan zemin üzerine kimbilir ne amaçla dökülen beton... inanılmaz yakıyor canımızı. Restore edilip, kamusal bir alana dönüştürüldüğünde, çok daha fazla ziyaretçi çekebilecek bir kültür mirasının, bu şekilde yalnız bırakılması, kaderine terk edilmesi gerçekten çok üzücü.
|
Katherina Köşkü önü |
Buradan Kayak Merkezi’ne
çıkıyoruz. Sarıkamış karı, Alplerden sonraki en güzel kar. Tane tane,
yapışmayan, tül gibi… Grubun çoğu, kaymayacak olsa da telesiyejlerle zirveye
kadar gitmek istiyor. Ama bunca gezi tutkuma rağmen yenmeyi başaramadığım
yükseklik korkum nedeniyle, öyle açıktan o kadar yükseğe tırmanabilmeyi gözüm
kesmiyor. Ben tesislerde kalıp, keyifle kayanları izlemeyi tercih ediyorum…
Yorucu, ama bir o kadar da güzel günü Kars’ta yediğimiz lezzetli akşam yemeği
ile sonlandırıyoruz.
|
Sarıkamış Kayak Tesisleri |
Kars’taki son günümüzde ise şehirde
geziyoruz. Kars, gerçekten harika bir mimari geçmişe sahip. Şehir merkezindeki baltık stilinde inşa edilmiş, günümüzde çoğunlukla kamu binası, okul, hastane ve son yıllarda otel olarak kullanılan eski taş binaların güzelliğine vurulmamak mümkün değil. Birbirine paralel, geniş ana caddeler ve bunları kesen ara sokaklar zamanla bozulsa da, geniş kaldırımlar üzerinden rahatça yürüyerek gezilen kentin ana dokusu harika. Ankara'da artık yürüyerek bir yere gitmek öylesine zor ki... Şehrin kaldırımlarında değer verdiğim insanlarla yan yana yürümenin güzelliğini özlediğimi fark ediyorum. Bir zamanlar, Atatürk Bulvarı üzerinde yaptığım öğle yürüyüşleri, artık otobana dönen genişlemiş yol sayesinde, uzak bir geçmişe ait anı olarak duruyor belleğimde.
Şehir gezisine öncelikle kale ve civarından başlıyoruz. Kalenin eteklerinde yer alan Havariler Kilisesi, şimdilerde Kümbet Camii, dış kubbe duvarlarındaki 12 havari rölyefi ile dikkat çekiyor. Yanı başında yer alan, Evliya Cami içinde bir de Harakan-i Külliyesi yer alıyor.
|
Havariler Kilisesi/Kümbet Camii |
Kale eteklerindeki bu yapılar ve etrafında, Kars'ın genelindeki tarihi eser restorasyonları çerçevesinde düzenlemeler yapılıyor. O yüzden mekanların içini göremiyoruz, ama dışarıdan alabildiğimiz fotoğraf görselleri ile idare edebiliriz. Bu tarihi bölgeden yürüyerek kaleye çıkıyoruz. Kale, şehre hakim bir noktada. Selçuklular zamanından temeli atılmış kalenin. Zaman içinde birkaç kez yıkılmış ama yeniden yapılmış. Bir şehre böyle tepeden bakmak, her zaman hoşuma gidiyor. Şehri tanımanın ve unutmamak üzere belleğe kazımanın en güzel yolu bu gibi geliyor bana. Kale içinde yeniçeri koğuşu, cephanelik ve bir kaç yer daha restore edilmiş ve gezme imkanı yaratılmış. Kaleye, şehre hakim ön kapıdan giriyoruz ama çıkışımız eteklerinde, Kars çayı ve kıyısında Kafkas üniversitesinin bazı bölümlerinin yer aldığı arka kapı tarafından oluyor.
|
Taşköprü ve Osmanlı Hamamları |
Kars çayı boyunca ilerlediğimizde Osmanlı zamanından yapılmış Hamamlar ve Taş köprü ile karşılaşıyoruz. Buradan sonra rastgele girip çıktığımız sokaklar, caddeler hep geçmişten göz kırpan yapılarla dolu. Eski Borsa binası, Cheltikov Otel, Defterdarlık Binası, muhtelif okul binaları... baltık tarzında inşa edilmiş ve günümüzde kullanım amaçları değişse de, yapısal estetiğini koruyan, kişiyi bambaşka bir zamana-kültüre götüren özellikte. Açık hava müzesi gibi gezdiğimiz sokaklardan sonra, gün geceye kavuşmadan Kars Müzesi'ni de gezmeyi ihmal etmiyoruz. Müze, yapısal sadeliği içinde barındırdığı zengin kültürel miras nedeni ile, bence çok daha fazla ilgiyi hakediyor.
|
Cheltikov Otel |
|
Kars'ta bir sokak |
|
Eski zamanlardan bir Kars evi |
|
Defterdarlık binası
|
Kars'ta masal gibi geçen üç günün sonrasında dönüş zamanı geliyor. Bu seferki ulaşım tercihimiz uçak oluyor. Ben Ankara'ya, ekibin geri kalanı İzmir'e dönüyor. Üç gün boyunca anılara kaydettiğimiz tüm bu güzellikleri unutmak mümkün değil elbette... Gezdiğimiz, gördüğümüz yerlerin değil sadece, bavullarımıza sığdırabildiğimiz kaşar ve gravyer peyniri ile karakovan balı dışında, damağımızda kalan yerel lezzetlerin de payı var bu mutlulukta.
Geçen yıl kış koşulları bu yıla göre daha hafif geçse de, şehri karlar altında görmek ile baharda görmenin keyfi karşılaştırılmaz diyor yerel halk. O beyaza boyanmış dağlarda, tepelerde, ovalarda açan rengarenk kır çiçekleri eşliğinde yapılacak bir başka Kars gezisinin hayali ile ayrılıyoruz ve dudaklarımızda Cemal Süreya'nın hiç görmediği Kars için yazdığı şiirin son dörtlüğü dolaşıyor;
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Diğerinde kuş sesleri...
Çok güzel anlatmışsınız, kaleminize sağlık, insanın oralara gidesi geliyor
YanıtlaSilTeşekkürler Salih Bey :-) Beğendiğinize sevindim...
Sil