Bir Geziden Geriye Kalan Anılar: PRAG


2017 yılın son yazısı olacaktı bu yazı. Günlüklerde bekleyen onlarca gezi yazısı buraya aktarılmayı beklerken, ben kışa en yakışan şehirlerden biri ile veda etmek istemiştim 2017'ye... Eylül ayında yapılmış 4 günlük bir Prag gezisinden bende kalan izleri aktaracaktım. Ama hiç aklıma gelmeyen bir tatsızlıktan ötürü,  yazıyı yayınlayamadım. Geziye dair fotoğraflarımı kaydettiğim harici diskim bir anda görünmez oldu. Fotoğrafsız bir gezi yazısının ne anlamı olabilir ki?   Bekledim. Sabırla harici diskime sakladığım anılarımın kurtarılmasını bekledim. Ama onda da talihsizlikler bırakmadı peşimi. Baktım olmuyor, elimde kalanlarla devam edeyim dedim yola... Yazının ikinci gününden sonraki fotoğrafların büyük bir kısmı, geziyi birlikte yaptığım Nihal ve Birgül'e ait. Bu can sıkıcı dönemde, anılarımı kurtarabilmem için verdikleri desteğe çok teşekkür ederim. Seviyorum sizi kızlar.  💞
 
Gelelim bu kısa süreli kaçamağa...Yıllar önce yine bir Eylül ayında geldiğim bu şehri, ikinci kez aynı ayda gezmek tatlı bir tesadüf aslında. Prag'a her mevsim çok yakışıyor şüphesiz. Ama bana en çok uyan gezi mevsimi sonbahar oluyor hep. Sıcaktan bunalmadan gezebilmek hoşuma gitse de, yılın her döneminin enerjisinin şehre bambaşka bir hava kattığını tahmin ediyorum. Dilerim bu şehre bir dahaki gidişim, bir başka mevsim dönemine denk gelir. 🙏

Prag adeta açık hava müzesi gibi. Gezi güzargahımıza denk gelen her yerde yükselen tarihi binalar, kiliseler, saraylar, köprüler... öylesine büyüleyici ki! Manzaraya eklenen dost sohbeti, gün boyunca gezmekten yorulan bedenlerimizi mest ediyor. Bir şehre yeniden gitmek,  ana turistik rotaları bilmek, şehirde daha rahat davranmayı sağlıyor üstelik...
 
Bu kez geziyi bir tur şirketinden alıyoruz. Ama tur bize sadece havaalanı ve merkez arasındaki ulaşım ile konaklama için destek oluyor. İşlerimizin yoğunluğu nedeniyle hiçbirimiz bu organizasyonu yapacak durumda değiliz çünkü. Havaalanında bizi karşılayan tur rehberi, 24 yıldır Prag'da yaşayan bir Türk. Bizi otellerimize bırakmadan önce, genel bir şehir turu öneriyor ekibe. Bir yerelle şehri gezmek cazip geliyor elbette.
 
Prag Kalesi yakınlarında arabadan inip, bir döviz bürosuna gidiyoruz ilk olarak. Bir AB üyesi olmasına rağmen, Çekya hala kendi para birimi Koruna'yı kullanıyor. Ama bu kadar turistik bir şehirde, döviz bozdurmak oldukça dikkat gerektiriyor. Bir kere öyle her gördüğünüz döviz bürosundan iç huzuruyla döviz bozdurabilmek mümkün değil.  Büroların dış cephesinde ilan edilen kurla, içerde uygulanan kur arasında farklılık olabiliyor ve bu genellikle turistlerin aleyhine oluyor. Ya da sokaklarda, özellikle en turistik bölge olan eski şehir tarafında yanınıza gelen simsarların sizi kaşla göz arasında dolandırması içten değil. O yüzden 4 gün boyunca yetecek dövizi, ilk girdiğimiz ve rehberin güvenli olduğunu söylediği bu büroda bozdurmaya ve elimizdeki nakdin sıkıştığı yerde kredi kartlarımızı kullanmaya karar veriyoruz.
Vitava nehri ve Charles Köprüsü
Para işimizi hallettikten sonra da, Prag sokaklarındaki yolculuğumuz başlıyor. Bir yerelin yanımızda olmasının en büyük avantajı, ana noktalara çarçabuk ulaşmamız mümkün oluyor. Küçük Mahallenin üst taraflarındayken bir kaç sokak ilerleyip, kendimizi birden Vitava nehrinin kenarında buluyoruz. Karşımızda Charles köprüsü bütün ihtişamıyla yükselirken, nehir üzerinde kuğular, ördekler, gezi tekneleri adeta görsel şölen sunuyor bize. Prag'a dair ilk fotoğraf kareleri bu güzelliklere ait oluyor doğal olarak.
Kafka Müzesi bahçesindeki David Cerny Heykeli
Şehre "merhaba"yı bu güzel noktadan yolladıktan sonra, bir-iki sokaktan kıvrılıp giderek kendimizi Kafka Müzesi'nin bahçesinde buluyoruz. Prag'da olup da Kafka'yı anmamak ya da Kafka'dan okunan satırlarda akla Prag'ı getirmemek mümkün değil. Müzenin bahçesinde bizi karşılayan heykel oldukça ilginç. Çekya sınırlarına benzeyen bir havuzun içine küçük tuvaletini yapan iki adam 😊 Anlamı konusunda farklı söylenceler okudum internette, ama doğrulayamadığım bir bilgiyi buraya almak istemiyorum. Sonuçta, heykelleri yapan David Cerny'nin şehre bıraktığı tüm diğer izler gibi, bu da oldukça ilginç...
 
Müzede Kafka'nın mektupları, kitaplarının taslakları oldukça karanlık ve kasvetli bir ortamda sergileniyormuş. Açıkcası pırıl pırıl bizi bekleyen şehir dururken Kafka'nın melankolisine girme arzumuz olmuyor. Belki gezinin ileri günlerinde hava koşulları bozulur ve zamanımız kalırsa tekrar gelir gezeriz diye aralık bırakıyoruz kapıyı ama, o ortam hiç olmuyor ve Kafka Müzesini gezemeden ayrılıyoruz şehirden.
 
Müze, Charles Köprüsü'nün dibinde Lesser Town bölgesinde. Kısa bir yürüyüş ile Charles Köprüsü'ne ulaşmak mümkün oluyor. Yol üstünde "Dünya'nın en dar sokağı" olarak lanse edilerek, oldukça fazla turistik ilgi çeken Narrowest Street'i de görüyoruz. Birbirine oldukça yakın yapılmış iki binanın arasından geçen yol, yolun sonundaki restorana gitmek isteyenlerce kullanılınca ve bu yola giriş çıkışları bir trafik lambası ile düzenleyince, doğal olarak turistlerin ilgisini çekmiş. Burası gerçekten dünyanın en dar sokağı mıdır bilmem ama sokak başındaki kalabalığa bakılırsa en akıllıca tanıtımı yapılan sokağı olduğu kesin.😉
 
Charles Köprüsünde müzisyenler
Charles köprüsü, gün ortasını çoktan geçtiğimiz için oldukça kalabalık. Köprü üzerindeki insanların dudakları arasından dökülen farklı dillere, evrensel tek dil olan "müzik" eşlik ediyor. Adım başı müzisyenler ile dolu burası ve elbette ressamlarla. Yurtdışında, sanatın bu şekilde sokakta izleyici toplayan türlerine bayılıyorum. Nasıl güzel, insanın ruhuna iyi gelen bir alış-veriş şekli. 


Osmanlı Paşasının da içinde olduğu bu heykelde Hristiyanların özgürlüğünü satın alan  Kutsal Üçleme Tarikatı azizleri yer alıyor.

Charles Köprüsünden Kale ve Küçük Mahalle Köprü Kulesi

Charles Köprüsü'nden Ulusal Tiyatro Binası'na bakış

Charles Köprüsü'nde ressamların ardındaki Rudolfinum Konser Salonu

Charles Köprüsü'nde 17.yüzyıldan kalma Yaldızlı İsa Heykeli ve çarmıhı
Köprüden eski şehir tarafına devam ediyoruz ama, burayı asıl yarın gezme niyetindeyiz. Eski şehir meydanındaki meşhur saat kulesi tadilata alındığı için güzel fotoğraf çekmek pek mümkün olmasa da, saat başı yaşanan ritüeli izliyoruz yine de. Bir de buraya gelmişken, meydana bakan küçük büfelerden bir Prag lezzeti olan, közde pişen tridernik adlı tatlıdan yiyoruz. Günü ağzımızın tadı yerinde, gözümüz gönlümüz doymuş olarak sonlandırıyoruz.

Astrolojik saat
Bu arada otelimiz şehrin biraz dışında olduğu için en iyi ulaşımın taksi olduğunu düşünüyoruz. Ama Prag'a gelmeden önce, buradaki taksi sisteminin de döviz bürolarında olduğu gibi, biraz turistleri dolandırma yönünde çalıştığını öğrenmiştik. Rehberimiz bize bu konuda da oldukça yardımcı oluyor ve kendi kullandığı taksi firmasının telefonunu paylaşıyor bizimle. AAA Taxi (Tel No: 777 331 133)
 
Sistem şu şekilde çalışıyor: Bu numarayı arıyorsunuz ve karşınıza çıkan telesekretere hangi dilde hizmet almak istediğinizi belirtiyorsunuz. Daha sonra telefonunuza o dilde konuşan bir kişi yanıt veriyor. Nerede olduğunuzu ve nereye gitmek istediğinizi soruyor. Vereceğiniz iki adres için ödeyeceğiniz ücret, sizi almaya gelecek taksinin numarası ve ne kadar süre sonra bulunduğunuz adreste olacağı telefonunuza bir mesaj olarak gönderiliyor. Kesinlikle harika ve oldukça güvenli bir hizmet. 4 gün boyunca kurtarıcımız oldu. Bir akşam yanılıp, sokaktan rastgele bindiğimiz bir taksinin, taksimetreyi saat 22:00 bile olmamışken gece tarifesinden açması ve otelimizi geçtiğini söylememize rağmen yola devam edip, bizi dolaştırıp otele bırakması gibi tatsız bir olayı yaşayınca, bu firmayı ve telefon numarasını buraya bırakmanın bir gezgin görevi olduğuna inandım. 😈
 
Ertesi gün tüm gün bizim. Gelmeden önce belirlediğimiz gezi noktalarına, gözümüz kestiğince, gönlümüz istediğince, kendimizi kasmadan, yormadan, günün ve şehrin keyfini çıkararak gitme arzusundayız. Otelde yaptığımız kahvaltı sonrası taksi ile ilk olarak Dans Eden Evler'in oraya gidiyoruz. Binanın mimarisi Prag şehrinin geneline hakim olan mimariden oldukça farklı. Bir zamanlar Hollywood'un müzikal niteliğindeki filmlerinin meşhur dansçı çifti Fred Astaire ve Ginger Rogers'i andırdığı için bu isim verilmiş. Bir iş yeri aslında ama binanın en üst katındaki restoranda Prag manzaralı bir şeyler yiyip içmek mümkün. Biz sadece fotoğraf çekmekle yetiniyoruz.
Frank Gehry'nin tasarladığı 1992-1996 yılları arasından tamamlanan Dans Eden Ev
Dans Eden Evlerin az ilerisinde bir sokak arasında, başka bir Prag'lı sanatçı Michal Trpak'ın yerleştirmesi heykeller var. Şemsiye ile binalar arasındaki tellere tutunmuş bu mutsuz kadın ve adam heykelini "Slight Uncertainity" olarak tanımlamış sanatçı ve ekonomik krizi anlatmak için yapmış bu üzgün insanları.  Mozaik House'un tam karşısında iki sokak arasında sanki az sonra rüzgarın etkisiyle kaldırıma konuvereceklermiş gibi, öylece duruyorlar. Mozaik House'un önündeki dev mantar şeklindeki plastik yerleştirmeler de aynı sanatçıya aitler. Bunların da ismi "Looking for Happiness", gece olunca aydınlatıyorlarmış etrafı. Sanırım o anki görüntülerinin yarattığı bir mutluluk etkisi var. Bence şehrin güzelliğine güzellik katan unsurlar bu heykeller. Sapsade bir sokağı, meydanı bir anda süprizi ile şenlendiriyorlar. Heykellerle, daha doğrusu sanatla içiçe yaşayan toplumların, daha sakin olduğunu düşünüyorum nedense.


 
Michal Trpak'ın yerleştirmeleri heykeller. Bunların bir özelliği de gezici olmaları. Bugün burada yarın başka bir şehirde karşımıza çıkabilirler.
Heykeller, Cafe Slavia'ya oldukça yakın. Eylül ayının sabah serinliğini de tadınca,  bu adresi es geçmeye gönlümüz razı gelmiyor ve erkenden bir kahve molası veriyoruz. 1881'den beri çalışan bu cafe, konumu (hemen karşısı Ulusal Tiyatro binası ve önünde Vitava Nehri var), tarihi dokusu ve kusursuz lezzetleri yanı sıra, Nazım Hikmet'in de Prag'da yaşarken uğradığı, oturduğu pencere önünden duygu ve düşüncelere daldığı, hatta şiirlerinde bahsi geçen bir yer olması nedeniyle hepimizin ilgisini çekiyor. Duvarları, faaliyette olduğu yıllar itibariyle müdavimleri olan önemi kişilerin portre fotoğraflarıyla dolu cafede Nazım'ın fotoğrafını da görmek mutlu ediyor hepimizi. Ama bu fotoğrafın 2016 yılından beri burada olduğunu da belirtmeden geçmek istemiyorum. Daha önceki yıllarda burada yer verilen fotoğraf, daha yakın plandan çekilmiş farklı bir fotoğrafmış. Ama bir Türk turist hangi akla hizmetle bilmiyorum, cafedeki o fotoğrafı çalmış. 😲 Bazen böyle şeyleri duymak şaşırtıyor beni. Çaldığı o fotoğrafı acaba evinde sergiliyor mudur diye merak ediyor insan. Astığı yerden eşine dostuna " Bu fotoğrafı da 2016 yılında Prag'a gittiğimde Cafe Slavia'nın duvarından çaldım" diyebiliyor mudur? Ne ilginç insanlar var hayatta gerçekten...😒
Slavia Kavarna'nın sabah huzuru barındıran görüntüsü
İçimiz ısınınca, şehrin sokaklarındaki hayata karışmak istiyoruz yeniden. Cafe Slavia'dan eski şehre doğru yürüyoruz. Karşımıza "National Awaking" anıtının olduğu küçücük bir park çıkıyor. Park küçük ama, anıt oldukça etkileyici. Şimdilerde su akmıyor olsa da, 1846 yılında bir çeşme olarak yapılmış bu anıt. Mimarı Josef Ondrej Kranner, aynı zamanda kale içerisindeki Aziz Vitus Katedralinin de mimarlarından biri. Kranner Çeşmesi olarak da bilinen bu Ulusal Uyanış anıtının üzerindeki figürler, 16 Çek Bölgesini ve ülkedeki bilim, sanat, barış, bolluk, endüstri ve ticareti simgeliyorlarmış. En tepede atı üzerinde görülen kişi ise Prag'da en çok heykeli olan kişi İmparator I. Franz Josef.
 

Ulusal Uyanış Anıtı, Ulusal Tiyatro'dan Eski Şehre doğru giderken 
Parkın içinden geçerek yola devam ettiğimizde ulaştığımız Eski Şehir meydanı sabahın erken saatleri olmasına rağmen, dünyanın dört bir köşesinden gelen insanlarla dopdolu. Yürürken kulağımıza takılan dillerin farklılığı inanılır gibi değil. Bir zamanlar bu sokaklar, Kafka'nın da yürüdüğü yerlerdi. İnsan, "bu kalabalık 1800'lerin sonunda, 1900'lerin başında Kafka'nın yaşadığı dönemlerde olsaydı, hep gitmek istediği uzaklardan gelenlerle çevrili olsaydı etrafı Kafka'nın, acaba  yazdıklarının içeriği yine de böyle mi olurdu?" diye düşünmüyor değil...
 
Kafka'nın bir çok eserinde bahsi geçen Tyn Kilisesi, eski şehir meydanı, belediye binası, bu meydanda o zamanlar yer alan Meryem Ana sütunu hariç neredeyse tamamen korunmuş durumda. Şimdilerde meydanın ortasında kiliseye bazı yenilikler gelmesini savunan ama yakılarak öldürülen Jan Hus'un anıtı var, Kafka'nın yaşadığı zamanlardan farklı olarak.
Eski Şehir Meydanı (fotoğraf buradan )
Tyn Kilisesi'nin hemen önünde yer alan ve meydana bakan 3 katlı Romaneks kemerli giriş katı olan yapı, bugünlerde   Dali, Warhol ve Mucha'nın eserlerinin yer aldığı sürekli bir sergiye dönüşmüş vaziyette. Alphonse Mucha da Kafka kadar Prag'ı anımsatıyor bize. Gelmişken bu sergileri de gezelim istiyoruz. Her kat bir sanatçıya ayrılmış. Biz, Dali ve Mucha'ya ayrılan bölümleri gezmek istiyoruz. Mucha'nın, daha çok Paris'te yaşarken yaptığı art nouveau tarzdaki masum kadın resimleri yer almış burada ve hepsi de  gerçekten çok güzeller.
Mucha'nın çizdiği art nouveau afişlerden yapılmış bir kolaj
Bu göz ziyafetinden sonra, meydandaki tek barok eser olan Aziz Niklaus Kilisesi'nin hemen yanından geçen cadde boyunca ilerliyor ve Yahudi mahallesi tarafına geçiyoruz. Yahudi Mahallesinde en çok merak ettiğimiz yapı İspanyol Sinagogu olsa da, bunu gezebilmek için Eski Yahudi Mezarlığı, Maisel Sinagogu, Pinkas Sinagogu ve Klausen Sinagogu'nu da kapsayan kombin bilet almak zorunda kalıyoruz. Bir zamanların daracık, karmaşık sokaklı, kasvetli Yahudi gettosundan geriye kalanlar, oldukça zamanımızı alıyor gezerken. Şehrin geri kalanındaki görkemin yanında, bu sokaklardaki ve binalardaki sadelik gerçekten fark edilir düzeyde. Bir zamanlar bu yokluğun içinden bütün heybeti ile nehrin karşı kıyısından görülen "Şato" ya bakarak yaşamak, hiç kolay olmamıştır eminim.
Yahudi Mahallesi'ndeki Kafka Heykeli de David Cerny eseri


İspanyol Sinagogu
Yahudi Mahallesi sonrasında yürüyerek bu sefer Kampa Adasına geçiyoruz, nehrin karşı tarafında Vitava ve Şeytan Deresi arasında kalan küçücük huzur köşesine. Ada, öyle sessiz ve sakin ki... Birkaç adım ötedeki kalabalık ve çok sesli hayattan buranın payına büyük bir susuş düşmüş sanki. Yemyeşil her taraf. Buradaki park içindeki duvarlardan birine John Lennon öldüğünde çizilmeye başlayan grafitiler, zamanla öyle çoğalmış ki, duvar bir süre sonra sevgi, barış, özgürlük temalarını içeren yazı ve resimlerle dolmuş. Oldukça da dinamik. Sürekli var olanın üzerine yeni bir şeyler yazılıyor-çiziliyor. Ama rengarenk. Yaydığı enerji, duvar önündeki müzisyenlerin ezgileriyle birleşince, gerçekten  çok hoş bir hava oluşuyor. Bunca tarihi mekan dururken, küçücük adanın küçücük bir duvarı da dünyanın turistini oraya çekiyor doğal olarak. 😊


Kampa Adası'nda John Lennon Duvarı
Kampa adasından önce Küçük Mahalle'ye doğru, sonra hızımızı alamayıp Kaleye doğru yürüyoruz yavaş yavaş. Kalenin kapanma saatleri yaklaştığından, burayı gezmeyi son güne bırakıyoruz. Ama şehri, gün batmadan tepeden kuşbakışı izlemek hepimize iyi geliyor. Nereden bakılırsa bakılsın, ciddi yol kat ediyoruz aslında. Birbirimize çok yakınmasak da yorulduğumuz, ağırlaşan adımlarımızdan belli oluyor. Biraz soluklandıktan ve manzaraya bakarak güç kazandıktan sonra, tekrar eski şehir meydanına inerek, akşam yemeğimizi yiyoruz. Saat kulesinin karşısında, binaların arasındaki dar bir geçitten geçerek çıkılan sokakların bizi taşıdığı sürprizli meydanlar, sokaklar çok hoşumuza gidiyor. Şehirlerin gezginlere sunduğu bu sürprizlere bayılıyorum. Akılda kalan hep bu anlar oluyor. Günü bitirmek için daha erken. O yüzden güne başladığımız yere geri dönüyoruz. Akşam kahvelerimizi yine Cafe Slavia'da harika bir piyano müziği eşliğinde yudumluyoruz.
Prag Kalesi'nden şehre bakış
Bir sonraki gün için planımız Prag'ın yakınındaki kaplıca şehri Karlovy Vary'e gitmek. Prag'ın o kulelerle bezenmiş taş işçiliğinden sonra, bu küçük kasabanın yeşilliği hepimize çok etkileyici geliyor. Dünyanın birçok ülkesinden buranın şifalı sularından ve tertemiz havasından yararlanmak için gelmiş insanlar,  şehrin güzel sokaklarında gezinmekten hiç vazgeçmiyor. Kaplıca dışındaki zamanı alış-verişte geçirsin diye insanlar adeta, tüm binaların altında farklı zevkler ve ihtiyaçlar için dükkanlar var. Porselenler, cam işleri, aksesuarlar, kıyafetler, içkiler, bakım ürünleri... Satılan ürünlerin bir çoğu yerel malzemelerle yapılmış olduğu için, dükkan içleri de sokaklar kadar kalabalık.
Masal Kasabası Karlovy Vary


Zamanında Atatürk'ün de burada kaldığını bilmek güzel. Atamla aynı güzellikleri mi gördük bilemem ama, baktığım her yerde sanki onun gözleri var gibi geliyor. Buradayken kaldığı otelin önündeki parka bu yıl Atatürk'ün bir heykeli dikilecekmiş ve parka da Atatürk parkı adı verilecekmiş. Ülkemde onun adını bile anmaktan çekinenlere ibret olsun.
Atatürk'ün Karlovy Vary'de kaldığı Otel
Akşam Prag'a dönünce yine eski şehir meydanında alıyoruz soluğu. Günün her saati yaşayan, cıvıl cıvıl şehirler çok hoşuma gidiyor. Akşam buralarda ürkütücü değil. Aksine, meydan etrafındaki bütün binalar ışıklandırılmış, meydan sanatçılarla dolu... Astrolojik saati izlemeye gelen turistleri eğlendirmek üzere ayarlanmış herşey sanki. Meydana bakan cafeler, restoranlarda yer bulmak imkansız. Arka sokaklarda denemek lazım şansı. Ama oralardaki hareketlilik de hiç hafife alınır cinsten değil. Alkolü biraz fazla kaçırıp eğlenen genç turistler, ağır abiler-ablalar... Herkes kendi Prag'ında yaşıyor. Kimsenin kimseyi görecek gözü yok. Herkes kendi anısını biriktirmenin derdinde.
Eski Şehir Meydanında bir gece...
Prag'dan akşamüstü ayrılacağımız için sabah kahvaltı sonrası bavulları toplayıp resepsiyona bırakıyoruz. Planımız, uçuş saatine kadar kale içinde gezmek. Hava  yağmurlu, ama biz gezmek üzere yola çıktığımızda, yağmur diniyor ve havayı mis gibi bir toprak kokusu kaplıyor. Kale içinde Aziz Vitus Katedrali, Eski Saray, Bazilika ve Altın Yolu kapsayan oldukça yoğun bir programa alıyoruz biletlerimizi. Mucha'nın süslediği camlarla kaplı Katedral, Kafka'nın da bir zamanlar yaşadığı Altın Yoldaki küçücük evler... Masal gibi bir veda oluyor şehre.
Aziz Vitus Katedrali

Katedral içindeki Mucha Vitrayları

Altın Yoldan şehre veda. Çantamı alır giderim😁

Bu geziyi güzel kılan can dostlar.💖
Ralph Waldo Emerson'un dediği gibi "Mutlu olmak için çok şeye ihtiyaç yok. Gözün görsün, kalbin anlasın ve ruhun yaşasın. Yeter!" Gözüm gördü, kalbim anladı ve ruhum yaşadı... Anılarımda mutlu bir kaçamak olarak kaldı Prag! Tez zamanda yeni mutluluklara yol almak umuduyla...
 
 
 
 

Yorumlar

  1. Prag'ı özlettin bana.Üç kez falan gittim ama üzerinden 10 yıl geçmiş. En son Pragda olduğumuzda şimdi yanımızda olmayan bir arkadaşımız vardı. Hem hüzün hem Kafka var Pragda benim için.Ama yeniden gitme isteği duydum sayende. Seyahat etmek lazım ayaklarımızda ayakkabılar durduğu müddetçe.Seyahat etmek, her şeydir nihayetinde. Keyif, sevgi, sürpriz, karmaşa.....Şimdi düşünüyorum da en sevdiğim en mutlu olduğum zamanlar seyahatte olduğum zamanlar, bir de evde yalnızım elimde kitap çayım kahvem müziğim zamansız bir zamanda hissediyorum kendimi ...işte o anlar...Aylin

    YanıtlaSil
  2. Görmemişim Aylin yorumunu. Kendi yazdıklarıma bile öyle uzağım ki bu aralar. Bu yıl daha çok yazacağım buraya diye söz vermiştim kendime oysa... Ama herşey gönül şenliği istiyor. Yıl başından beri yaşadıklarım, sanki içimde güzel olacak her şeye karşı umudu çekti götürdü. Bunu dillendirmemek için susmak istedim. Biliyorum yine güzel hayallerim olacak, keyifli yolculuklar planlayacağım, kahkaha ile güleceğim, umutla sohbetler edeceğim...Ama o güne kadar böyle sessiz idare edeceğim. Bu zamanlar için en güzel sağaltıcı da kitaplar, müzik ve çini elbette. Yeniden çıkılacak yollar olana kadar, bunlar da idare eder beni:-) Sevgi ve dostlukla canım...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AŞK'a Yolculuk

Doğu'nun Kıyısında Bizi Bekleyen Köylere Doğru...(Divriği - Kemaliye Gezisi)

Körfez'in İncisi: Karamürsel