Bir Kazanın Anımsattıkları


14.01.2018 Trabzon Havalimanında Pegasus Uçağı
Geçen haftasonu Ankara'dan Trabzon'a giden  uçağının pistten çıkması haberi ile zihnimde bir sürü geçmiş bilgi canlandı. Eskiden uçak yolculuklarından ciddi olarak korkan bir gezgindim ben. Ülke sınırları dışına olmadıkça yolculuğum, yolda geçirilecek zamanı asla yorgunluk olarak algılamaz ve karayoluyla giderdim hedeflediğim yerlere. Yolda olmak fikri beni mutlu etmeye yeterdi. Gözlerimin önünden yavaşça akıp giden hayatı izlemek, uzak köylerin, şehirlerin görünen ışıklarına dair hayaller kurmak bir yol ritüeli gibi gelirdi. Ama yıllar itibariyle yolculuk alışkanlıklarım da değişti. Artık şehri bir an önce terk etme arzumdan mı, yoksa korkularımı aşmış olmanın verdiği bir iç huzurundan mı bilmem uçak yolculukları da beni en az tren ya da otobüs yolculuğu kadar mutlu eder oldu. Olmuştu yani... Bundan sonra bir süre, yeniden düşünerek alacağım sanırım biletlerimi. 😖 
Trabzon uçağının denize düşmeye ramak kala iniş takımlarının çamura saplanması sayesinde durabilmesi, gerçekten çok büyük bir mucize. Ama uçağın tahliye anında yolcuların doğal olarak yaşadığı  korkuyla dolu o telaş anları, geçmiş yıllarda izlediğim ve uzun süre uçak yolculukları yaparken bana ciddi tedirginlik yaşatan bir filmi anımsattı. 1993 yapımı "Alive - Yaşamak İçin" filmini...
1972 yılında And dağlarında düşen uçaktan kurtarılanlar
 

Film, 1972 yılının Ekim ayında Uruguaylı bir rugby takımının, aileleri ve arkadaşları ile birlikte oluşturdukları 45 kişilik bir ekiple, Şili'ye maça giderken kötü hava koşulları nedeniyle And dağlarında yaşadığı gerçek bir uçak kazası olayını konu olarak ele almıştı. Aslında kaza anından daha çok, sonrasında yaşananlar, bir mucize sonucu hayatta kalanların yaşadıklarıydı anlatılan.  

Uçağın kuyruk kısmı And dağlarına çarparak kopuyor, yolcuların bir kısmı bu esnada bir kısmı diğer parçanın kara saplanarak durması sonrasında ölüyor. Hayatta kalabilenler için ise zorlu bir mücadele başlıyor. Sonuçta düştükleri yer And dağları. Kar, tipi, soğuk... dayanılır gibi değil. Kurtarılabilen az miktarda gıda malzemesinin de idareli kullanımına rağmen tükenmesi, birkaç gün sürüyor. Ekip, güç bela bulduğu bir radyo frekansından, kendileri için yapılan arama kurtarma çalışmalarına son verildiği haberini alıyor. İşte ne oluyorsa o andan sonra oluyor.
Hayatta kalabilmeleri tamamen kendi çabalarına ve yaşama umutlarına  bağlı. Kötü hava koşulları kadar, açlığın da olumsuz etkisi artıyor. Çaresizlik, bir çoğumuz için iç ürpertici, akla zarar bir fikrin doğumuna sebep oluyor. Açlıklarını gidermek için, çok zorlanarak da olsa, ölmüş arkadaşlarını, akrabalarını yeme kararı alıyorlar. Buna yamyamlık demek ne kadar doğru? Ölmeyi seçmedikleri için ellerindeki tek kozu kullanmış olmaları eleştirilebilir mi? Kendileri dışında, yaşayan hiç bir canlı izinin olmadığı bembeyaz karlarla kaplı dağda, hayatta kalabilmek için sevdiklerinin lime lime doğranıp yok olduğunu görmek, bu sürecin bir parçası olmak ve yine de yaşamaya devam edebilmeyi ummak, her babayiğidin harcı mı?

Tam 60 gün sürüyor dağdaki bekleyiş. Bu süreçte bir kere de çığ düşüyor sığındıkları enkazın olduğu yere. Bazı arkadaşları da o esnada ölüyor. Bekleyerek hiç bir şey elde edemeyeceklerini gördüklerinde, ekipten iki genç, yardım bulma düşüncesi ile sığındıkları enkazdan ayrılıyor. Günler süren dağlardaki tehlikeli yürüyüşün ardından, düzlüğe ve arkadaşlarını kurtarabilecek insanlara ulaşmayı başarıyorlar ama. Sonuçta 45 kişi başlayan yolculukları, 16 kişi olarak sonlanıyor. O 16 kişi, hala hayatta ise, 20'li yaşlarından bugünlere taşıdıkları benlikleri aynı mıdır sizce?
 

İnsan eti yemek, fikir olarak çok rahatsızlık verici olsa da, hayatta kalabilmek için akla gelen bir seçenek herhalde. Yine yıllar önce izlediğim  "Yargı" adlı tiyatro oyununda da benzer bir konunun işlenmiş olduğunu anımsıyorum.  Ama orada aynı hücrede aç susuz bırakılan esir askerler, yaşayabilmek için kısa çöpü seçen arkadaşlarını öldürüp yiyorlardı ve hücrede kaldıkları süre uzadıkça, yeni bir kura çekmek zorunda kalıyorlardı. Hücreden kurtarıldıklarında, sağ kalan iki kişiden biri akıl sağlığını tamamen yitirmişti. Diğeri de aklı başındayken nasıl böyle bir katliam yapabildiğini mahkemede yargıçlara anlatıyor, kendini savunuyordu. Onu yargılayan insanlar yaşayabilsin diye, savaşa gitmek zorunda kalan ve esir düşen bir zavallının yaşama çabasıydı yargılanan.  

Yaşayabilmek için ölmüş birini  yiyebilir miyim, bilmiyorum. İnsana bu kararı aldıran benzer koşulların olması gerekir sanırım böyle bir soruya yanıt verebilmek için. Dilerim, böyle bir ortam hiç gerçekleşmez. Ama bildiğim bir şey var ki,  günümüzde bazılarının hayatta kalmak için değil, sadece öyle olsun istediği için yaptığı yamyamlıklar yanında, bu anlattığım iki olay da masum kalıyor bence. Öyle çiğ et yiyip, kan emmiyor kimse belki ama, gülüşlerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi yok ediyorlar. Bunlarla beslenen bir kötülük kaplamış durumda etrafı. Bencillik, duyarsızlık almış başını gidiyor.

Son bir hafta içinde gazetelere düşen haberler bile, ne büyük bir cehennemin içinde yaşadığımızın kanıtı aslında... Sağır ve dilsiz bir çocuk, onlarca kişinin gözleri önünde dövülüyor, kimse döveni durdurmaya kalkmıyor. Daha okula bile başlamamış küçücük çocuklar öz babaları tarafından, annelerinden intikam almak için öldürülüyor, bizim sadece oturduğumuz yerden vicdanımız sızlıyor. 18 yaşın altında 150 kız çocuğu (39'u Suriyeli) , İstanbul'da bir eğitim-araştırma hastanesine kürtaj için getiriliyor ve bu çocuklarla ilgili kayıtlar polise bildirilmiyor.  Hangi olayın failleri gerçekten vahşi sayılır sizce?

Evrene gönderdiğimiz tüm olumlu mesajları yiyen uzaylıların da insafa geleceğini, bu dünyayı biz üzerinde yaşadığımız sürece daha yaşanılır bir yer haline getirmek için, herkese yeter miktarda akıl ve vicdan vereceklerini  umuyor ve diliyorum.

Amin 🙏


Yorumlar

  1. Benim çok da yüz vermemeye çalıştığım bir uçak korkum var. Kendisini dinlersem yaptığım seyahatlerin sonu geleceği için pek duymamaya çalışıyorum kendisini. Sana deli bir düşüncemden bahsedeyim. Kuzey de yanımızdaysa daha sakin oluyorum uçaklarda ama Selçuk ve ben ikimiz gidiyorsak aklımda deli düşünceler. "Bize bir şey olursa bu çocuğa ne olur?" diye endişelenip duruyorum. Hele ki son yıllarda iyiden iyiye hızlanan bir de Kuzey'in okulla gittiği seyahatler var ki, işte o günler benim kabusum. Uçaktan inene kadar aklımı yiyorum, endişeden hasta oluyorum. Ama hayat bu! O da bizim yaptığımız gibi elbette bizleri geride bırakıp bir yerlere gidecek :) O yüzden bu uçak filmlerini seyretmekten hep uzak dururum ben. Trabzon uçağından haberim var ama dönüp bakmadım. Cuma gecesi 8.5 saat uçakta olacağız. Şimdiden uykularım kaçmaya başladı ama yok yüz vermeyeceğim o hain düşünceye ve korkuya. Yaşasın seyahat özgürlüğümüz. :) hahaha, ne gaz verdim yine kendime.
    Öperim çok.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakma öyle "korkumu yendim" lakırtılarıma Özlem'cim. Uçağın içinde emniyet kemerimi inene kadar açmam ben. Tuvalet ihtiyacım olur da kalkıp gidemem diye, minimum sıvı tüketirim. Sanki insanlar uçak içinde gezeledikçe, denge bozulacakmış gibi gelir bana, ürkerim:-) Ama dünya bu kadar güzelken ve içimize çingene tohumu kaçmışken, korkularımızın bize engel olmasına izin verecek değiliz ya:-) Uçaktan indiğinde göreceğin güzellikleri hayal et sen. Bu arada Pazar yazını çoook beğendim. Hep yaz böyle olur mu?

      Sil
  2. Evrene gonderdigimiz mesajlari yemeyen ama isleme koyan ve gerceklesmesini saglayan uzaylilarla karsilasmak dilegi ile Sonat'cim... :) :)

    YanıtlaSil
  3. Hepimizin nasıl ihtiyacı var bu umuda değil mi Safir'cim? Bence iyilik, kötülüğü yenecek. Hala ısrarla inanıyorum buna:-)

    YanıtlaSil
  4. Yıllar önce çok etkilendiğim, gerçek bir olayı anlatan bir yazı okumuştum gazetede; Amerika'da karlı dağlara düşen küçük bir uçağın ve hayatta kalanların kurtarılma hikayesini. Detayları hatırlamıyorum ancak sağ kalan 3 kişi ölen yakınlarını yemeye başlamış, kurtarıldıktan sonra da bu sebeple yargılanmışlar. Davaya bakan hakim de "buzullarda günlerce kurtarılmayı bekleyen, soğuk ve açlıkla mücadele eden, hayatta kalmak için yakınlarını yiyen insanları sıcak mahkeme salonlarında yargılamamız mümkün değildir" gerekçesiyle davayı reddetmişti. Bu gerekçe çok etkilemişti beni.
    Ve evet, ben halâ uçak yolculuğundan çok korkarım :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle bir durumu normal hayat koşullarımız içerisinde yargılamaya hakkımız yok kesinlikle.

      Uçak yolculuğundan korkup, uzak ülkelere gitmeyi çok sevenler derneği kuralım bir ara Filiz'cim:-)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AŞK'a Yolculuk

Doğu'nun Kıyısında Bizi Bekleyen Köylere Doğru...(Divriği - Kemaliye Gezisi)

Körfez'in İncisi: Karamürsel