Bir Kazanın Anımsattıkları
14.01.2018 Trabzon Havalimanında Pegasus Uçağı |
Geçen haftasonu
Ankara'dan Trabzon'a giden uçağının pistten çıkması haberi ile zihnimde
bir sürü geçmiş bilgi canlandı. Eskiden uçak yolculuklarından ciddi olarak
korkan bir gezgindim ben. Ülke sınırları dışına olmadıkça
yolculuğum, yolda geçirilecek zamanı asla yorgunluk olarak algılamaz ve
karayoluyla giderdim hedeflediğim yerlere. Yolda olmak fikri beni
mutlu etmeye yeterdi. Gözlerimin önünden yavaşça akıp giden hayatı izlemek,
uzak köylerin, şehirlerin görünen ışıklarına dair hayaller kurmak bir yol ritüeli
gibi gelirdi. Ama yıllar itibariyle yolculuk alışkanlıklarım da değişti. Artık
şehri bir an önce terk etme arzumdan mı, yoksa korkularımı aşmış olmanın
verdiği bir iç huzurundan mı bilmem uçak yolculukları da beni en az tren ya da
otobüs yolculuğu kadar mutlu eder oldu. Olmuştu yani... Bundan sonra bir süre,
yeniden düşünerek alacağım sanırım biletlerimi. 😖
Film, 1972 yılının Ekim ayında Uruguaylı bir rugby
takımının, aileleri ve arkadaşları ile birlikte oluşturdukları 45 kişilik bir
ekiple, Şili'ye maça giderken kötü hava koşulları nedeniyle And dağlarında
yaşadığı gerçek bir uçak kazası olayını konu olarak ele almıştı. Aslında kaza
anından daha çok, sonrasında yaşananlar, bir mucize sonucu hayatta kalanların
yaşadıklarıydı anlatılan.
Uçağın kuyruk kısmı And dağlarına çarparak kopuyor, yolcuların bir kısmı bu
esnada bir kısmı diğer parçanın kara saplanarak durması sonrasında ölüyor.
Hayatta kalabilenler için ise zorlu bir mücadele başlıyor. Sonuçta düştükleri
yer And dağları. Kar, tipi, soğuk... dayanılır gibi değil. Kurtarılabilen az
miktarda gıda malzemesinin de idareli kullanımına rağmen tükenmesi, birkaç gün
sürüyor. Ekip, güç bela bulduğu bir radyo frekansından, kendileri için yapılan
arama kurtarma çalışmalarına son verildiği haberini alıyor. İşte ne oluyorsa o
andan sonra oluyor.
Hayatta
kalabilmeleri tamamen kendi çabalarına ve yaşama
umutlarına bağlı. Kötü hava koşulları kadar, açlığın da olumsuz
etkisi artıyor. Çaresizlik, bir çoğumuz için iç ürpertici, akla zarar bir
fikrin doğumuna sebep oluyor. Açlıklarını gidermek için, çok
zorlanarak da olsa, ölmüş arkadaşlarını, akrabalarını yeme kararı
alıyorlar. Buna yamyamlık demek ne kadar doğru? Ölmeyi seçmedikleri için
ellerindeki tek kozu kullanmış olmaları eleştirilebilir mi? Kendileri dışında,
yaşayan hiç bir canlı izinin olmadığı bembeyaz karlarla kaplı dağda, hayatta
kalabilmek için sevdiklerinin lime lime doğranıp yok olduğunu görmek, bu
sürecin bir parçası olmak ve yine de yaşamaya devam edebilmeyi ummak, her
babayiğidin harcı mı?
İnsan eti
yemek, fikir olarak çok rahatsızlık verici olsa da, hayatta kalabilmek için akla gelen bir seçenek
herhalde. Yine yıllar önce izlediğim "Yargı" adlı tiyatro
oyununda da benzer bir konunun işlenmiş olduğunu anımsıyorum. Ama orada
aynı hücrede aç susuz bırakılan esir askerler, yaşayabilmek için kısa çöpü
seçen arkadaşlarını öldürüp yiyorlardı ve hücrede kaldıkları süre uzadıkça,
yeni bir kura çekmek zorunda kalıyorlardı. Hücreden kurtarıldıklarında,
sağ kalan iki kişiden biri akıl sağlığını tamamen yitirmişti. Diğeri de aklı başındayken
nasıl böyle bir katliam yapabildiğini mahkemede yargıçlara anlatıyor, kendini
savunuyordu. Onu yargılayan insanlar yaşayabilsin diye, savaşa gitmek zorunda
kalan ve esir düşen bir zavallının yaşama çabasıydı yargılanan.
Yaşayabilmek için ölmüş birini yiyebilir miyim,
bilmiyorum. İnsana bu kararı aldıran benzer koşulların olması gerekir
sanırım böyle bir soruya yanıt verebilmek için. Dilerim, böyle bir ortam
hiç gerçekleşmez. Ama bildiğim bir şey var ki, günümüzde
bazılarının hayatta kalmak için değil, sadece öyle olsun istediği
için yaptığı yamyamlıklar yanında, bu anlattığım iki olay da
masum kalıyor bence. Öyle çiğ et yiyip, kan emmiyor kimse belki
ama, gülüşlerimizi, umutlarımızı, hayallerimizi yok ediyorlar. Bunlarla
beslenen bir kötülük kaplamış durumda etrafı. Bencillik, duyarsızlık almış
başını gidiyor.
Son bir hafta içinde gazetelere
düşen haberler bile, ne büyük bir cehennemin içinde yaşadığımızın
kanıtı aslında... Sağır ve dilsiz bir çocuk, onlarca kişinin gözleri
önünde dövülüyor, kimse döveni durdurmaya kalkmıyor. Daha okula bile başlamamış
küçücük çocuklar öz babaları tarafından, annelerinden intikam almak için
öldürülüyor, bizim sadece oturduğumuz yerden vicdanımız sızlıyor. 18 yaşın
altında 150 kız çocuğu (39'u Suriyeli) , İstanbul'da
bir eğitim-araştırma hastanesine kürtaj için getiriliyor ve bu çocuklarla
ilgili kayıtlar polise bildirilmiyor. Hangi olayın failleri gerçekten
vahşi sayılır sizce?
Evrene
gönderdiğimiz tüm olumlu mesajları yiyen uzaylıların da insafa geleceğini,
bu dünyayı biz üzerinde yaşadığımız sürece daha yaşanılır bir yer haline
getirmek için, herkese yeter miktarda akıl ve vicdan vereceklerini
umuyor ve diliyorum.
Amin 🙏
Benim çok da yüz vermemeye çalıştığım bir uçak korkum var. Kendisini dinlersem yaptığım seyahatlerin sonu geleceği için pek duymamaya çalışıyorum kendisini. Sana deli bir düşüncemden bahsedeyim. Kuzey de yanımızdaysa daha sakin oluyorum uçaklarda ama Selçuk ve ben ikimiz gidiyorsak aklımda deli düşünceler. "Bize bir şey olursa bu çocuğa ne olur?" diye endişelenip duruyorum. Hele ki son yıllarda iyiden iyiye hızlanan bir de Kuzey'in okulla gittiği seyahatler var ki, işte o günler benim kabusum. Uçaktan inene kadar aklımı yiyorum, endişeden hasta oluyorum. Ama hayat bu! O da bizim yaptığımız gibi elbette bizleri geride bırakıp bir yerlere gidecek :) O yüzden bu uçak filmlerini seyretmekten hep uzak dururum ben. Trabzon uçağından haberim var ama dönüp bakmadım. Cuma gecesi 8.5 saat uçakta olacağız. Şimdiden uykularım kaçmaya başladı ama yok yüz vermeyeceğim o hain düşünceye ve korkuya. Yaşasın seyahat özgürlüğümüz. :) hahaha, ne gaz verdim yine kendime.
YanıtlaSilÖperim çok.
Bakma öyle "korkumu yendim" lakırtılarıma Özlem'cim. Uçağın içinde emniyet kemerimi inene kadar açmam ben. Tuvalet ihtiyacım olur da kalkıp gidemem diye, minimum sıvı tüketirim. Sanki insanlar uçak içinde gezeledikçe, denge bozulacakmış gibi gelir bana, ürkerim:-) Ama dünya bu kadar güzelken ve içimize çingene tohumu kaçmışken, korkularımızın bize engel olmasına izin verecek değiliz ya:-) Uçaktan indiğinde göreceğin güzellikleri hayal et sen. Bu arada Pazar yazını çoook beğendim. Hep yaz böyle olur mu?
SilEvrene gonderdigimiz mesajlari yemeyen ama isleme koyan ve gerceklesmesini saglayan uzaylilarla karsilasmak dilegi ile Sonat'cim... :) :)
YanıtlaSilHepimizin nasıl ihtiyacı var bu umuda değil mi Safir'cim? Bence iyilik, kötülüğü yenecek. Hala ısrarla inanıyorum buna:-)
YanıtlaSilYıllar önce çok etkilendiğim, gerçek bir olayı anlatan bir yazı okumuştum gazetede; Amerika'da karlı dağlara düşen küçük bir uçağın ve hayatta kalanların kurtarılma hikayesini. Detayları hatırlamıyorum ancak sağ kalan 3 kişi ölen yakınlarını yemeye başlamış, kurtarıldıktan sonra da bu sebeple yargılanmışlar. Davaya bakan hakim de "buzullarda günlerce kurtarılmayı bekleyen, soğuk ve açlıkla mücadele eden, hayatta kalmak için yakınlarını yiyen insanları sıcak mahkeme salonlarında yargılamamız mümkün değildir" gerekçesiyle davayı reddetmişti. Bu gerekçe çok etkilemişti beni.
YanıtlaSilVe evet, ben halâ uçak yolculuğundan çok korkarım :(
Böyle bir durumu normal hayat koşullarımız içerisinde yargılamaya hakkımız yok kesinlikle.
SilUçak yolculuğundan korkup, uzak ülkelere gitmeyi çok sevenler derneği kuralım bir ara Filiz'cim:-)